AVUKATLIK ÜCRETİNE İLİŞKİN KAMULAŞTIRMA KANUNU’NDA YERALAN DÜZENLEMELERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER
- Av. Sezgi Cihan BAHADIR
- 14 Nis
- 13 dakikada okunur
Prof. Dr. E. Saba ÖZMEN
Av. Sezgi Cihan Bahadır
1) Genel olarak konunun sunumu
Öncesinde 6830 sayılı İstimlak Kanunu’nun 32. maddesinde mevcut
olan, sonrasında ise 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 31. maddesine konu
olmuş kamulaştırma bedelinin veya bir kısmının avukatlık ücreti olarak
kararlaştırılması yasağı ve bu yasağa uymayanlar hakkında getirilen hapis ve
para cezası müeyyidesi Kamulaştırma Kanunu’nun (KamuK.) 31. maddesinde
4650 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında da mevcudiyetini aynen
korumuştur.
Kamulaştırma Kanunu m.31/e bendinin “Kamulaştırma bedelinin
tamamının veya bir kısmının avukat veya dava vekili veya onlar adına
hareket edenlere ait olacağının kararlaştırılması.” hükmü ile taşınmaza bağlı
ayni hakkı kamulaştırılan kişinin sahip olacağı kamulaştırma bedelinin belirli bir
yüzdesinin vekalet ücreti olarak kararlaştırıldığı sözleşmelerin yapılamaması ve
bu konuda özel hukuk sahasında sözleşmenin geçersizliği yolunda hüküm ve
sonuç bağlanması bir yana bu tür sözleşme yapan avukatlara KamuK. 33.
maddesi hükmünce ‘bir yıldan aşağı olmamak üzere hapis ve beşyüz milyon
liradan bir milyar liraya kadar adli para cezası’ öngörülmüştür.
Avukatlık mesleği açısından m. 31/e bendi ile getirilen yasak ve buna
bağlı müeyyide olarak hapis cezası uygulaması hukuk mantığından yoksun bir
uygulama özelliği kazanmıştır. Özellikle de insan hak ve özgürlüklerine saygının
ceza hukukumuza en temel yansıması niteliğinde olan kıyas yasağı ilkesi2 mevcut
iken, hukuken başka bir dava türü oluşturan kamulaştırmasız el atma davalarında
kıyasen uygulanan Kamulaştırma Kanunu 33. maddeye dayalı hapis cezası ve bu
yöndeki uygulamaları en vahim örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Haksız fiil
1 T.C. Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Medeni Hukuk Anabilim Dalı Başkanı.
2 Hukukumuzda kıyas yasağı, Türk Ceza Kanununun “Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi” başlıklı 2. maddesinde
“Madde 2 - (1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri
uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine
hükmolunamaz.
(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.
(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler,
kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz. Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza
verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz” hükme bağlanmıştır.
ve suç olma özelliğine rağmen ormanlarda kaçak kesim ile tarım alanı açan veya
bina yapanlara veya hazine arazisine gecekondu yapanlara bugüne kadar yasada
mevcut hapis cezalarının hiçbiri uygulanmamış ve üstelik Roma Hukukundan bu
yana geçerli olan “hiç kimse hukuka aykırı davranışı ile hak edinemez” ilkesini 2B
uygulamaları ile tamamen ters yüz ederek kişiler hak sahibi kılınmış iken,
avukatlara yönelik bu hapis cezası uygulaması anlaşılır gibi değildir. Üstelik
Avukatlık Kanununun (AvuK.) 164. maddesinde yer alan “Yüzde yirmi beşi
aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli
bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.” hükmü dolayısıyla dava
konusuna (müddeabbihe) endeksli vekalet ücreti saptamasına cevaz verilmiş
iken Kamulaştırma Kanununa anılan hükümlerin konuluş sebebi (ratio legis)
tamamen ortadan kalkmıştır.
6830 sayılı İstimlak Kanunumuzun yürürlükte olduğu yıllarda
kamulaştırma işlemlerinde arsa maliklerinin konu ile ilgili olarak
bilgisizliklerinden faydalanılarak ağır şartlar içeren yüksek oranlı vekalet ücret
sözleşmeleri yapılmasının önüne geçilmesi amacıyla getirilen yasa hükmünün
artık Avukatlık Kanununun yukarıda kısaca değindiğimiz ve aşağıda
inceleyeceğimiz hükmü karşısında halen Kamulaştırma Kanununda
mevcudiyetini sürdürüyor olması, hele de kıyas yasağına aykırı olarak
kamulaştırmasız el atma davalarına da uygulanıyor olması ve bu yönde hapis
cezalarının gündeme gelmesine dair eleştirilerimizi sunmak amacıyla bu
makaleyi kaleme almış bulunmaktayız.
2) Genel Olarak Vekalet Sözleşmelerinde Ücret Saptanması
Avukat müvekkil ilişkilerinde Avukatlık Kanununa göre müvekkil
tarafından yapılması gereken iş ve işlemlerin avukat tarafından müvekkil adına
ve hesabına yapılması Türk Borçlar Kanunu (TBK) 502 (eBK madde 386 vd) ve
devamı maddeleri uyarınca tipik vekalet sözleşmesine vücut vermektedir. Buna
göre Avukatlık Kanununun; Borçlar Kanunu ile çelişik hükümler içermesi veya
uygulanacak hüküm bulunmaması halinde uyuşmazlık Borçlar Kanunu’nun
vekalet sözleşmesi hükümlerine göre çözümlenecektir Öyleyse bu çalışmamızda
öncelikli olarak vekalet akdini yakından incelemek gerekecektir:
TBK m.502 vekalet akdini “Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir
işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde tanımlamıştır.
Öğretide3 vekalet sözleşmesinin tanımı ise “Vekalet öyle bir akittir ki vekile
müvekkilinin menfaatine ve iradesine uygun bir sonuca yönelen bir iş görmeyi bir
zaman kaydına tabi olmaksızın ve nispeten bağımsız olarak yapma borcunu,
3 TANDOĞAN, H.: Borçlar Hukuku, c.II, 4. Bası,Ankara YIL, s.356
sonucun elde edilmemesi rizikosu ona ait olmamak üzere yükler.” şeklinde
yapılmıştır.
Gerek kanunda gerekse doktrinde yer alan tanımlardan da görüldüğü
üzere vekalet sözleşmesinde ücret saptanması esaslı unsur olarak yer
almamaktadır. Bir başka anlatımla ücret; vekalet sözleşmesinin kurucu
unsurlarından değildir. Sözleşmede ücret saptanmaması durumunda ise ücret
ödeme yükümlülüğü sübjektif esaslı unsur niteliğinde olduğundan kullanım
ödüncü (ariyet) ve kira sözleşmesi örneklerinde olduğu gibi sözleşmenin tipini
değiştiren bir özellik arz etmemektedir. Bu sonuçla, vekalet sözleşmesi genel
hükümler açısından, ivazsız olarak işgörme üzerinde anlaşılması halinde eksik iki
tarafa borç yükleyen bir akittir. Böylece örneğin emekli bir tapu memurunun
arkadaşına ait bir taşınmazın satımı için aldığı temsil yetkisi ile taşınmazı satma
yükümlülüğü altına girmesi karşılık (ivaz) saptanmadığı için geçersiz hale
gelmeyecek; tarafların objektif esaslı unsur olan işgörme edimi konusunda
anlaşmaları halinde sözleşme kurulacaktır.
3) Avukatlık Sözleşmelerinde Ücret Kararlaştırılması ve
Sonuçları
a) Ücretin Taraflarca Saptanması
AvuK. m.163/I hükmünce “Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık
sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsaması gerekir.
Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasa’ya aykırı
olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.” Ancak avukatların yukarıda andığımız
üzere mesleklerini icra ederken müvekkilleriyle yapmış oldukları sözleşmeler,
TBK’ya tabi olarak eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşme niteliğinden
ayrılmaktadır. Bu konuda avukatlık ücret sözleşmeleri vekalet niteliğine dayansa
da esaslı noktası ücret olmakla tam iki tarafa borç yükleyen sözleşme niteliğinde
düzenlenmiştir. Nitekim Avukatlık Kanunun m.164/IV hükmünün; “Avukatlık
asgari ücret tarifesi altında vekalet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması
halinde, durum Baro Yönetim Kuruluna bildirilir.” şeklindeki nısbi emredici
nitelikteki hükmüne göre avukatlık ücret sözleşmesinin esaslı unsuru olan ücret
kararlaştırılmamış olsa da avukat, kanununda belirlenen sınırlar dahilinde
mesleki faaliyeti sonucu ücrete hak kazanacaktır.
b) Saptanan Ücrete Sınır Getirilmesi
Avukatlık mesleğinin icrası sırasında hak kazanılacak ücrete bağlı bir
başka özellik de sözleşme özgürlüğünün alt başlığı olarak ücretin serbestçe
saptanamamasıdır. Avukatlık ücret sözleşmelerinde ücret hükmüne nısbi
emredici hükümle sınır getirilmiştir. Buna göre, avukatlık ücreti, Avukatlık
Kanununun 164. maddesinin II. fıkrasında yer alan “Yüzde yirmibeşi aşmamak
üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi
avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.”hükmünden de anlaşılacağı gibi dava
değerinin %25’i olacak şekilde üst limite, yine aynı maddenin III. fıkrasında ise
avukatlık asgari ücret tarifesinde belirlenen oranlarda alt limite bağlanmıştır.
c) Sözleşmede Ücretin Saptanmamış Olması
Avukatlık Kanunu 163. maddesinin ikinci bendinde yer alan
“ Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen
tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez.
Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu
sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.”
ifadesi TBK madde 26 (EBK madde 19) hükmünce kesin hükümsüzlük oluşturan
emredici hukuk kuralı niteliğindedir. Buna göre avukatlık sözleşmesinde ücret
kararlaştırılmadığı veya ücret alınmayacağının açıkça taahhüt edildiği hallerde ise
AvuK. m. 164/IV. fıkrasının 3. cümlesi“Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış
olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret
sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin
ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava
ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını
incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın
emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile
yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. .”
hükmü uygulama alanı bulacağından TBK m. 27/II (EBK madde 20) hükmünce
kısmi butlan oluşturan bir özellik taşımaktadır.
4) Kamulaştırma Kanununun Vekalet Ücretine İlişkin Hükmünün
Değerlendirilmesi
Kamulaştırma Kanunundan önce yürürlükte bulunan 6830 sayılı
İstimlak Kanunumuzun 32. maddesinde de “Memnu Muamele Ve Fiiller” başlığı
altında g bendi4 ile Kamulaştırma Kanununda getirilen yasaklar bulunmakta ve
4 MADDE 32- MEMNU MUAMELE VE FİİLLER
g)Artırılan istimlâk bedelinin tamamının veya bir kısmının avukat veya dâva vekili veya onlar hesabına hareket edenlere ait olacağının kararlaştırılması;
yine aynı yasanın 33. maddesinde5 de yasak fiiller cezai müeyyideye tabi kılınmış
bulunmakta idi.
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunumuz da İstimlak Kanunundaki
hükümlerin tekrarı ile 31. maddede “Yasak İşler Ve Eylemler” başlığı altında
avukatlar hakkında yasak eylemi tanımlayarak “Cezalar” başlıklı 33. maddesiyle
de bu iş ve eylemleri cezai müeyyideye tabi kılmıştır.
Açıkça anlaşılacağı üzere avukatların mesleki faaliyetleri sonucu
yapmaları zorunlu olan ve şekil bakımından da yazılı geçerlilik şekline bağlanmış
“avukatlık ücret sözleşmesi” içerik (kapsam) bakımından sözleşme özgürlüğü
kısıtlamasına tabi tutulmuştur. Burada oldukça önem arz eden bir ayrımın altını
çizmek isteriz: Avukatlık Kanununda andığımız hüküm gereği belirli bir oran
limiti getirilerek avukatlık ücret sözleşmesinde belirlenen ücretin salt limiti
aşması dolayısıyla külliyen geçersizliğini önlemek amacıyla getirilen limit ile
ücret hükmüne geçerlilik tanınmıştır. Kanun koyucunun burada arzuladığı amaç
sözleşmenin tümüyle geçersiz sayılmasının ve dolayısıyla avukatın asgari ücret
tarifesine tabi kılınmasının önlemesi ve bu arada da getirilen limit ile sözleşmenin
ücret hükmüne geçerlilik tanınmasıdır.
Kamulaştırma Kanunumuz ise salt kamulaştırma kanunundan doğan
aşağıda irdeleyeceğimiz dava türleri bakımından dava konusunun tamamının
veya bir kısmının ücret sözleşmesi adı altında avukata ait olacağının
kararlaştırılmasını yasaklamakla TBK m.26 ve 27. hükümleri uyarınca bu yolda
yapılmış avukatlık ücret sözleşmelerini kesin hükümsüzlük (mutlak butlan)
müeyyidesine tabi kılmaktadır.
Kamulaştırma Bedelinin Hak Sahibi Dışında Birine Ait Olacağına
İlişkin İrade Beyanlarının Yorumu
Kamulaştırma Kanunu madde 31/e bendinin deyimsel yorum sonucu iki
tür hukuki işlem barındırdığı düşüncesindeyiz: Bunlardan biri kamulaştırma
bedelinin devri (temliki), diğeri de paranın bir kısmının veya tamamının
hükümde geçen kişilere ait olacağının kararlaştırılmasıdır.
Kamulaştırma Bedelinin Devri ve Bu Devre Bağlı Yasak
5 MADDE 33 - VERİLECEK CEZALAR
32 nci maddede yazılı memnuiyetlerden biri hilâfına hareket edenler bir seneden aşağı olmamak üzere hapis ve
on bin liradan elli bin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Avukat ve dâva vekillerinin mahkemece
meslekten çıkarılmalarına da hükmolunur.
32 nci maddedeki unsurları havi olmaksızın yalnız vekâlet deruhte edebilmek üzere sahiplerine bizzat veya
bilvasıta müracaat eden avukatlar, barolar, dâva vekilleri de salahiyetli hâkim tarafından iki seneden az
olmamak üzere meslekten men olunur.
TBK madde 183 vd. (eBK m.162 vd.) hükümlerinde alacağın devri (alacağın
temliki) düzenlenmiştir. TBK 183. maddenin birinci fıkrasının “Kanun, sözleşme
veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını
üçüncü bir kişiye devredebilir.” şeklindeki açık hükmü gereği alacağın devrinin
kanunen yasaklanabilecek maddedeki deyimiyle engel olunabilecektir. İşte tam
bu anlamda alacağın devrinin yasaklandığı bir hüküm görüyoruz. Kamulaştırma
Kanunu 31. maddesinin e bendinin, alacağın devrinin hukuki bir kurum olarak
isminin açıkça düzenlememiş olması alacağın devrine bağlı nitelendirmeyi
geçersiz kılmayacaktır. Karşımızda tipik bir alacağın devri kurumu vardır. Bu
konuda Avukatlık Kanunumuzun 164. maddesinin üçüncü fıkrası “İkinci fıkraya
göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir
kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.”6 hükmüyle alacağın
devri yasağını para dışındaki malvarlığı değerlerine yönelik olarak yasaklamış
bulunmaktadır. Ancak Kamulaştırma Kanunu andığımız hükmüyle yine alacağın
devri tabirini kullanmadan “kamulaştırma bedelinin tamamının veya bir kısmının
avukata ait olacağının kararlaştırılması” ifadesine yer vermiştir.
Hemen belirtelim ki; dava konusunun başkasına ait olmasına
kararlaştırılması tabiri, yalnızca devri mümkün hakları karşılayacaktır. Çünkü
dava konusunun ayni hakkın ihlaline dayandığı durumlarda (istihkak talepli)
mülkiyet hakkının ve diğer ayni hakların bir malvarlığından diğerine geçişi
kanunlarımızda düzenleme konusu edilmiş (tescil/teslim gibi) olup mülkiyetin
veya bir sınırlı ayni hakkın alacağın devri yoluyla geçmesi olanaklı değildir. İşte
bu noktada taşınmaz satış vaatlerine dayalı Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 716
hükmünce “tescile zorlama (ferağa icbar)” davası sonucunda davacı; dava konusu
olarak taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkının kendi adına tescilini alacak hakkına
istinaden talep etmektedir. 6100 sayılı yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun
125. maddesi7 ile de artık davacının dahi dava konusunun temlikine olanak
vermesi karşısında, bu devre dayalı olarak devralan cüzi halef davaya kaldığı
yerden devam edebilme olanağına kavuşmuştur. Ancak bu olanaktan Avukatlık
6 Hasılı Davaya İştirak Yasağı, (Davanın Konusuna İştirak Yasağı)
7 Dava konusunun devri
MADDE 125- (1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye
devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:
a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye
karşı davaya devam eder. Bu takdirde davacı davayı kazanırsa, dava konusunu devreden ve
devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.
(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış
olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam
eder.
Kanunu m.164/III hükmünün ifadesiyle avukatların yararlanması olanaklı
değildir. İşte bu konuda getirilen özel norm ile kesin hükümsüzlük müeyyidesine
tabi kılınmıştır.
Avukatların mesleki faaliyetlerinde tacir gibi davranmamaları sonucu
dava konusunun (müdeabbihin) devrinin yasaklanmış olması isabetlidir. Buna
karşılık tamamen farklı bir boyutuyla %25 sınırına tabi olarak ücret sözleşmeleri
yapmak zorunda bırakılmaları da kanun koyucu takdirinde olmakla ve
görüşümüzce de avukatlık mesleğinin saygınlığı göz önüne alındığında bu oranı
aşan sözleşmeler yapmalarının önlenmesi açısından son derece yerindedir. Sonuç
olarak Avukatlık Kanunu ve Kamulaştırma Kanunu hükümleri birlikte
değerlendirildiğinde, amaçsal ve bu bağlamda daraltıcı yorumla Kamulaştırma
Kanunu’ndaki yasağı sadece alacağın devrine (temlikine) indirgeyen yönü ile
anılan sınırlamalar çerçevesinde %25’i aşmayacak şekilde ücret sözleşmesi
yapılmasında hiçbir yasak ve müeyyide bulunmamaktadır.
5) Kamulaştırma Bedelinin Belirli Bir Oranının Ücret Olarak
Kararlaştırılması Yasağına Yönelik Eleştiriler
Para; malvarlığı değeri olarak “taşınır mal” niteliğinde olmakla taşınır
mülkiyetinin hüküm ve sonuçlarına tabi kılınmıştır. Bununla beraber paranın
sinallagmatik hukuki ilişkilerde gündeme gelmesi mal değişimi (trampaya)
hüküm vermemekte ve özelliği gereği ödeme aracı oluşturması sonucu yasadan
aldığı nitelikle ifasında özel nitelikler barındırmaktadır. İşte bu konuda para
üzerinde her ne kadar istihkak talebi olması teorik olarak mümkünse de, paranın
karışma özelliği ile genelde iadesinin sebepsiz zenginleşme davalarına vücut
verdiği bilinmektedir. Bir alacak hakkına konu olması durumunda ise, cins (nevi)
borcu olması nedeniyle borcun ifasının imkansızlığı söz konusu olmamaktadır.
Kamulaştırma bedeline ilişkin olarak 2942 sayılı kanunun yürürlüğe
girdiği tarihte “kamulaştırma bedelinin artırılması” (tezyidi bedel); 4650 sayılı
Yasa değişikliği sonrası ise halihazırda yürürlükte olduğu üzere Kamulaştırma
Kanunu 10. madde hükmünce “kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti”
davaları içeriğinde yatan eda hükmünce cins borcu niteliğinde para tediyesine
dayalı edime mahkumiyet boyutuyla KamuK. 31. maddesinin e bendince alacağın
devrine yönelik ücret sözleşmeleri yasaklanmıştır.
Bu başlık altında konumuz alacağın devri sözleşmeleri değil,
hükmolunacak kamulaştırma bedelinin endeks alınarak belirli bir yüzdesinin
ücret sözleşmesinde kararlaştırılmış olmasıdır. Buna göre uygulamada m.31/e
bendinin deyimine (lafzına) yönelik sonuçla dava değerinin belirli bir yüzdesinin
kullanılagelen tabirle başarı primi (success fee) şeklinde kararlaştırıldığı ücret
sözleşmeleri de kesin hükümsüz olarak kabul ile cezai müeyyideye tabi
kılınmaktadır. Bu konuda Yargıtay da:
“Dava, imar uygulaması sebebiyle bedele dönüştürülen davacı payına takdir edilen
karşılığın arttırılması istemine ilişkindir. 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 31.
maddesinde yasak işlemler sayılmış olup, belirtilen temlik işlemi, mahkemenin
kabulün de olduğu gibi bu yasaklara girmekte ise de; müeyyidesi dava açamamak
olmayıp aynı yasanın 33. maddesi uyarınca cezai sorumluluğu gerektirir. Bedel
arttırım davasında işin esasına girilerek hüküm kurulması ve yasak işlemi yapan
avukat hakkında da adli ve idari yönden suç duyurusunda bulunulması gerekir.”8
“Sanık hakkında arazisi kamulaştırılan şahıslarla görüşüp dava giderlerini
üstlenerek kamulaştırma bedelinin arttırılması için vekaletname alıp vekalet ücreti
olarak da arttırılacak kamulaştırma bedelinin belli bir miktarının kararlaştırıldığı
iddiasıyla 2942 sayılı kamulaştırma Kanununun 31. maddesinin ( c ) ve ( d )
fıkralarına uygun anlatımla dava açıldığı ancak sevk maddesi olarak anılan
yasanın 31/c madde ve fıkrasının gösterildiği, hükümden önce yargılama
aşamasında 5.5.2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4650
sayılı Kanunla 2942 sayılı Yasanın 31. ve 33. maddelerinin değiştirildiği, bu
değişiklikle 31. maddenin ( c ) fıkrasının yasaklanan eylem olmaktan çıkarıldığı, ( d)
fıkrasının ise ( c ) fıkrası olarak maddenin değişik halinde de suç olarak
düzenlendiği cihetle; sanığın 4650 sayılı Kanunla suç olmaktan çıkarılan 2942 sayılı
Yasanın 31/c madde fıkrasındaki eylemi nedeniyle beraatine, 4650 sayılı Kanunla
değişik 31/c maddesindeki "dava giderlerinin avukat veya dava vekilleri veya onlar
adına hareket edenler tarafından kabullenilmesi" eylemi nedeniyle
cezalandırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ve gerekçeyle hüküm
tesisi” 9 şeklindeki içtihatları ile cezai müeyyide uygulanması gerektiği görüşünü
benimsemiştir.
Bu sonuçla deyimsel (lafzi) yorum tercih edilecek olursa anılan sonuca
varılması haklı kabul edilebilecektir. Ancak biz maddenin konuluş amacı göz
önüne alındığında bu yorum metoduna katılmamaktayız. Bu konuda tercih
edilecek yorum yöntemi amaçsal (gai; teolojik) yorum ilkeleri olması ve amacı
8 Y5HD; 5.5.2011T., 2012/22209E., 2011/7974K
9 Y7CD; 4.10.2004 T. , 2003/9781E. , 2004/10564K.
karşısında geniş deyime sahip maddenin daraltıcı yoruma tabi kılınarak yalnızca
kamulaştırma bedeline ilişkin alacağın devrine yönelik kısıtlama ile AvuK.
m.164/III ile uyumlu düşünülmesi gerekeceği kanaatindeyiz.
Dikkat edilecek olursa m.31/e bendinde kamulaştırma bedelinin endeks
oluşturarak belirli bir yüzdesinin mahkemece kesinleşen ilama dayalı olarak
götürü şekilde saptanması sonucunda avukatlık ücretinin oluşması yasağı,
maddede ifade edilen şekliyle bu olasılıkta belirli bir kısmının avukata ait
olacağının kararlaştırılması olarak algılanmaktadır. Oysa kanun koyucunun bu
maddedeki esas amacını anlayabilmek için daraltıcı yorumla değerlendirmek ve
alacağın devri (temliki) yasağına indirgemek gerekecektir. Buna göre, Avukatlık
Kanunu m.164’te yer alan %25 oranını aşılmaması ve aşılmışsa da ücretin bu
limite indirgenmesine dayalı oranda geçerli hükmü varken Kamulaştırma
Kanunu’nun m.31/e bendindeki hükmün alacağın temliki bakımından
değerlendirilmesi amaçsal yorum ilkelerine de uygun düşecektir. Görüşümüzce
bu yolda hüküm getiren m. 31/e bendi; Avukatlık Kanunu’nun getirdiği alacağın
devri yasağı ile %25 oranında limit oluşturan emredici hükümleri karşısında
amaçsız ve sıkıntı yaratıcı niteliktedir. Söz konusu madde ile ilgili olarak avukatlık
ücret sözleşmelerinin amaçsal yorum ilkeleri doğrultusunda alacağın devrini
yasakladığının kabulü ile 31. maddenin düzenleme konusu içinde kalmadığına
yönelik içtihat geliştirilmesi ve hatta Avukatlık Kanunu’nda andığımız
hükümlerin varlığı karşısında mevcudiyeti amaçsız ve yararsız hale gelmiş e
bendinin kanun değişikliği ile kaldırılması gerektiği kanaatindeyiz.
6) Kamulaştırma Kanununun 31/e Bendinin Kamulaştırmasız El
Atma Davalarına da Uygulanmasına Yönelik İçtihatlar Üzerine Düşünceler
Yargıtay m.31/e bendi hükmünün Kamulaştırma Kanununa özgü istisnai
özelliğini göz ardı ederek anılan avukatlık ücret sözleşmesine ilişkin yasağı
kamulaştırmasız el atma davalarına da uygulamaktadır. Görüşümüzce Yargıtay’ın
bu yöndeki eğilimleri hatalıdır.
Nitekim özellikle Kamulaştırma Kanunu m.31/e bendinin altını
çizdiğimiz istisnai özelliği ve istisnai hükümlerin sadece ilgili oldukları olaylara
ilişkin hüküm ve sonuç getirmesi karşısında Kamulaştırma Kanunu m.31/e
bendinin kıyas yoluyla kamulaştırmasız el atma davalarına uygulanmaya elverişli
olmadığı açıktır. Hal böyle iken “suçta ve cezada kanunilik (nulla poena sine
lege)” temel ilkesi ve bu ilkenin bir görünümü olan kıyas yasağı karşısında
Kamulaştırma Kanunu m.31/e bendine aykırı hareket edenlere uygulanacak
cezaların belirlendiği Kamulaştırma Kanunu m.33 bendinin kamulaştırmasız el
atma davalarına da kıyasen uygulanması sonucu ortaya daha da vahim bir tablo
çıkmaktadır. Şöyle ki;
KamuK. m.2710 hükmünce savaş ve seferberlik hallerinde dahi mahkeme
kurduran kanun koyucunun, kişilerin taşınmazlarına kamulaştırmasız el
atılmasını, “bedele dönüştürme davası” adı altında meşrulaştırması ve dahası
Kamulaştırma Kanunu’ndan doğan bir dava olarak adlandırılması sonucu
m.31/e’ye ilişkin cezai müeyyidenin buraya taşınıyor olması insanın kanını
donduracak bir hukuk devleti faciasıdır. Uygulamada bu hukuka aykırı eylemlere
“fiili yol” adı verilmesi durumun vahametini daha da artırmaktadır.
Kamulaştırmasız el atma fiili haksız fiildir, haksız saldırıdır, haksız el atmadır.
Anayasal suçtur, TCK uyarınca suçtur. Marx’ın “Cehenneme giden yol iyi niyet
taşlarıyla döşelidir.” sözünü haklı kılacak şekilde bu hukuka aykırı eyleme
kalkışma yolunda idarelere cesaret veren ise yargı makamı olmuştur. Kanunda
olmayan bir davayı idarelere hukuki kılıf uyduracak şekilde yaratan 1956 tarihli
içtihadı11 ile yaratan Yargıtayımız bedele dönüştürme davası adı altında
yasalarda olmayan yeni bir dava türü yaratarak kamulaştırmasız el atma fiillerini
idarelere kamulaştırma yanında tercihen sunmuştur.
Sonuç olarak kamulaştırmasız el atma davaları, Kamulaştırma
Kanununda düzenlenmiş olsa da kamulaştırma davaları ile aynı değerlendirmeye
tabi tutulamayacağı açıktır. Kamulaştırmasız el atma fiili sonucu açılan
(yargılama makamlarının koyduğu isimle) bedele dönüştürme davasının,
kamulaştırma bedelinin tespiti davası ile tek benzerliği bedelin Kamulaştırma
Kanunu 11. maddedeki esaslar uyarınca belirleniyor olmasıdır. Davanın
dayandığı maddi vakıalar ileri sürülen deliller ve savunma esaslarının tamamen
farklılığı karşısında, hiçbir benzerlik arz etmemesine rağmen Kamulaştırma
Kanunu m. 31/e bendindeki yasağın; istisnai özelliğine vücut veren “ özel norm”
olması göz ardı edilerek bu davalarda da uygulanması asla kabul edilebilir
nitelikte değildir. Cezayı gerektiren (müstelzim) boyutu da düşünülecek olursa
10 ACELE KAMULAŞTIRMA
Madde 27 - 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu'nun uygulanmasında yurt savunması
ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen
olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki
işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz
malın (Değişik ibare: 4650 - 24.4.2001 / m.15) "10 uncu" Madde esasları dairesinde ve 15 inci Madde
uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare:
4650 - 24.4.2001 / m.15) "10 uncu Madde ye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya"
yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.
Bu Kanunun 3 üncü Maddesinin 2 nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda
yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.
11 YİBK 16.05.1956T. , 1956/1 E. , 1956/6 K. ; http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm
anılan kıyasın avukatlık mesleğinin icrasında meslektaşlarımıza karşı kullanılıyor
olması hukukçu olarak kanımızı dondurmaktadır. Ayrıca son dönemlerde ortaya
çıkan “ekonomik suça ekonomik ceza” ilkesiyle karşılıksız çek keşide etme gibi
birçok ekonomik ve mali suç ilgili olarak hapis cezaları kaldırılmış iken;
Kamulaştırma Kanunu 33. maddede avukatlara yönelik hapis cezası
müeyyidesinin varlığını halen sürdürüyor olması anlaşılabilir değildir. Bu yoldaki
içtihatlar derhal terk edilmeli, müeyyidelere maruz kalan meslektaşlarımız
Anayasa Mahkemesi’ne veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne andığımız
gerekçelerle başvurmalıdırlar.
Comments